Bilinmeyen Yönleriyle Darwin

Gazeteci Roger Bingham ölümünden yüzyıl sonra ünlü bilim adamı Darwin ile konuştu. Yanlış okumadınız.Gazeteci, Darwin ile ilgili olrak yazılan her şeyi ve Darwin’in eserlerini taradıktan sonra sanki karşısında Darwin varmış gibi sordu ve yanıtladı.





100 yıl önce ölen ünlü doğa bilimcisi, hayatının son günlerinde ziyaret edildi.'
İlk önce bastonunun sesi duyuldu: Tık, tık, tık... Demir ucun çakıllı yolda çıkardığı ritmik ses, ağaçların ve çiçek tarhlarının arasında yankılanarak eve doğru yaklaştı, İngiltere’ye has tipik günlerden biri, diye düşünüyordum ki, sesin daha da yaklaşmasıyla, ufak tefek, beyaz tüylü bir av köpeği öne fırladı, kulaklarını dikerek etrafı dinledi. Aniden koşmaya başladığında, bastonuna dayanarak ağır ağır yürüyen efendisi yeşilliklerin arasından göründü. Charles Darwin, çağının en önde gelen bilim adamı, her gün öğle üzerleri yapmayı alışkanlık haline getirdiği yürüyüşten dönmekteydi.
Misafirinin olduğunu fark ederek adımlarını sıklaştırdı. Makas yüzü görmemiş bembeyaz uzun sakalıyla tam bir kontrast teşkil eden siyah pelerini ve şapkasıyla hemen dikkati çekmekteydi. Öne doğru eğik duruşuna rağmen boyunun uzunluğu rahatça fark ediliyordu. Utangaç ama samimi bir tavırla konuğunu karşıladı. 40 yıl boyunca köşesine çekildiği bu küçük kasabada, aile fertleri bilim adamlarından oluşan son derece sınırlı bir dost topluluğu dışında kapısını pek az kişiye açmıştı.
Büyük bir zarafetle konuğuna yol göstererek onu, sarmaşıklarla kaplı evin arka kısmındaki verandaya buyur ettikten sonra hasır koltuğuna oturdu. Yapı olarak tam bir uyum içerisindeydi. Uzun bacaklarını birbiri üzerine atarken, ellerini de kenetleyerek kucağına koydu. Saçsız başı ve gür kaşlarıyla güçlü ve etkin bir görünüşe sahipti. Ama arada bir güneş ışıklarının yaramaz oyunları sonunda gür kaşlarının gri mavi gözlerine düşen koyu gölgeleri, çıkık ve kırışıklıklarla dolu alnıyla karikatüristler tarafından çizilen maymun benzeri yaratığı anımsatmaktaydı.
73 yaşındaki Darwin herkes için bir muammaydı. Önceleri, 20 yaşlarında çıktığı dünya gezi ve maceralarıyla ilgi uyandırmış, sonraları ise maymunu insanoğlunun ataları arasına katıp, tanrı yapısını "doğal seçki" dediği bir sisteme dönüştürerek biyoloji alanında devrim yaratan düşüncelerin ve eserin sahibi olarak ün yapmıştı. Şimdilerde ise Down kasabasında karargâh kurarak, bir komutan edasıyla fikirlerini savunma yolunda çarpışanları (örneğin Prof. Huxley) soğukkanlılıkla seyretmekteydi.
Hasır koltuğunda büyük bir alçakgönüllülük ve sadelik içerisinde oturan bu adamın bir devrimci olabileceği en son hatıra gelebilecek özelliklerinden biriydi.
Down kasabasındaki mütevazi evin verandasında oturup, canlıların ve bitkilerin gelmişini geçmişini, üremelerini, beslenmelerini, yok olmalarını anlatan biriyle bahçeyi seyretmek insanda tuhaf düşünceler uyandırmaktaydı. Onunla tabiat ana arasında özel bir şeylerin varlığı şüphe götürmemekteydi. Kolunu kaldırdığında, ağaçtan ağaca uçuşan serçelerin onu fark edecekleri gibi bir düşünceydi bu... Doğal olarak bir anda insanın aklına gelip geçiyordu ama Darwin'in hikayesi de böylesine bir hissin tabiiliğini vurgulamaktaydı. Konuştukça, onun doğaya çocukça bir duyarlılıkla yaklaştığı açıklık kazanmaktaydı.
"Bugüne çok benzeyen bir başka günü hatırladım" dedi, Down kasabasına yerleşmeden önceki yılları kastederek... "O günlerde kitabımla (sonraları Türlerin Kökeni adını alacak olan eser) adeta güreş etmekte, zaman zaman da ümitsizliğe düşmekteydim. Zihnim sanki bir çok şeyi teorileştirmeye yarayan bir makineye benziyordu. Midem ise korkunç durumdaydı. Dışarıda enfes bir hava vardı. Biraz dolaştıktan sonra otların üzerinde uyuyakalmışım. Kuşların etrafımda koro halinde şakımalarıyla kendime geldim. Sincaplar ağaçtan ağaca atlıyor, ağaçkakanların kahkahaları duyuluyordu. O zamana dek gördüğüm en güzel manzaralardan biriydi bu..." Darwin hafifçe gülerek elini dizine vurdu ve devam etti:
"Hayvanların veya kuşların nasıl yaratıldıkları veya türedikleri umurumda bile değildi."
O anda tebessüme dönüşen kahkahası ve parlayan gözleriyle sanki iyiliğin simgesi gibiydi. Sonra muzip ve okul çocuklarına has isyankâr bir tavır takındı birdenbire... O yıllardan aklında kalan tabloyla, ihtiyarlık günlerinin Down'unu bağdaştırmak ister gibiydi... İlk delikanlılık çağlarındaki küçük Darwin'in, evde kendi kendilerine kurdukları kimya laboratuvarında kardeşi Erasmus'a yardım ettiği günleri hayal ediyordu sanki... Bu yüzden kendisine "Gaz" takma adı verilmiş, vaktini boşa harcadığı nedeniyle de okul müdüründen azar işitmişti. Avlanmak, köpekler ve fare yakalamaktan başka hiç bir işe yaramadığı yolunda babası tarafından tehdit edilmesinin ve ailenin yüz karası olarak nitelendirilmesinin nedenleri açıktı.

Okul günlerinden söz etmek Darwin'i hafifçe ürpertti. "Herkes sıradan bir çocuk olduğumu düşünürdü" dedi, koltuğunu geriye iterek... "Zekâ bakımından da vasatın altında olduğuma inanırlardı." Zarif bir alçakgönüllülüğü vardı ama bazen dozunu kaçırıyordu. Neredeyse, kendisini bırakıp, biraz böbürlense diye düşündüm. Doğru ya, bugüne dek kaç kişi Genesis'i (Yaradılış'ı anlatan kitap, Tevrat'ın ilk kitabı) baştan yazmaya kalkışmıştı? Farkında bile değilmiş gibi görünüyor, özelliklerini parmak hesabıyla (konuşurken ellerini çok kullanıyordu) sayıyordu. "Bilime olan sevgi ve bitmez tükenmez bir sabır... Biraz da gözlem ve icat yeteneği belki... Doğal olarak sağduyu da gerekli..."
Başarısını basit alışkanlıklara borçlu olduğunu ifade ederek şöyle dedi: "Her zaman sistemli oldum. Beş yıl süresince Beagle adlı gemide geçirdiğim günler bende bir takım davranışları alışkanlık haline getirdi. Başarımın sırrı belki de düşüncelerimi ve zamanımı iyi değerlendirmem ve azmimdir. Benim için en geçerli söz, 'Dakikaları say...' Neredeyse unutuyordum. Yemek hazır olmalı..." dedi ve ayağa kalktı.
Yol göstermek için öne düştü, karısı Emma'nın pencerenin yanında duran piyanosunun önünde durdu ve en üstte Mozart'ın yer aldığı nota destesinin yanındaki solucan dolu kavanozu işaret ederek önce ıslık çaldı, sonra da kavanoza sertçe vurdu. Solucanlar pek etkilenmediler. Piyanonun tuşlarına doğru gitti ve birkaçına bastı. Solucanlar aniden gerilediler. "Bu benim müziğe olan kabiliyetimden değil" dedi gülerek, "Hiç kulağım yoktur ama solucanları hareket ettirebiliyorum." Kavanoza son bir bakış atarak yemek odasına doğru yürüdü. "Solucanları limonlukta saklasam, karım daha memnun olacak galiba..."
İyi birer doktor olan babası, büyükbabası ve amcasına rağmen genç Charles bu geleneği devam ettirmeğe yanaşmadı. Edinburgh Üniversitesi'nde anestezisiz yapılan bir ameliyatı seyrederek fenalaştıktan sonra tıbbiyeyi terk etti. Başıboş dolaşmasından endişe eden babası, onu Cambridge'de ilahiyat okumaya ikna etti. Bir zamanlar İncil'in her kelimesine inandığını itiraf etmesine rağmen şimdi, "Rahip olmayı düşünmüş olmak bile bana gülünç geliyor" diyordu...
Genç adam için Cambridge'deki dini eğitim son derece sıkıcı geçti. Çalışmak yerine, arkadaşlarıyla ava çıkmayı, içmeyi ve kâğıt oynamayı tercih etti. Botanik profesörü John Stevens Henslow ile iyi dost oldu. Adam Sedgwick'den de jeoloji dersleri almaktaydı. Böcek koleksiyonu yapmaya başladı. "Öğrendiğim tek değerli şey, kendi kendini yetiştirmenin önemidir" diyordu.
O günlere ait hatıraları arasında bir böceğin peşindeyken tepetaklak çamura düşmesi, başka tür bir böceği yakalayabilmek için elindekini ağzına atması ve çekiciyle her gördüğü kayadan örnekler alması yer alıyordu. Darwin'i mutlu eden tek şey doğaydı. Koleksiyonculuk da zevk aldığı diğer uğraşılardan biriydi. Büyük bir titizlik içinde yakaladığı kuşların, böceklerin ve midyelerin hesabını tutardı. Sonraları aynı titizliği karısı Emma'yla oynadığı tavla hesabında da gösterdi.
27 Aralık 1831 tarihi Darwin'in hayatında dönüm noktasıydı. Bu tarihte "hayatımı yönlendiren en önemli olay" diye nitelediği, Devonport'tan başlayıp, 40.000 mil sürecek araştırma gezisine çıktı. HMS Beagle adlı gemiye hiçbir maddi karşılık beklemeden bir doğa bilimcisi olarak binen Darwin henüz 22 yaşındaydı. Genç adam büyük bir merakla Güney Amerika'nın nemli ormanlarında ve Galapagos adalarının kayalıklarında türleri araştırdı, koleksiyonlar yaptı ve zihninde bir sonuca ulaşmaya çalıştı.



Darwin'i HMS Beagle ile 40.000 mil süren yolculuk güzergahı
1836'da İngiltere'ye döndü, ünlü seramik yapımcısı Wedgewood'un torunu ve kendisinin de kuzeni olan Emma Wedgewood ile evlendi. 1842 de Down'a taşındılar. O günlerde seyahatiyle ilgili hatıralarını ve araştırmalarını yayınlamaya başladı ve büyük ilgi topladı. Jeoloji Derneğine üye oldu. Mercan kayalarının oluşumu hakkındaki yeni teorisi gazetelere geçti. Saygıdeğer bir bilimadamı olma yolundaydı. Bir kaç yıl önce denizlerde maceradan maceraya koşan genç adam, şimdi küçük bir kasabada sessiz sedasız yaşamaya başlamıştı, Bir daha da İngiltere'den ayrılmadı.
Yemekten sora çalışma odasına geçtik. Burası tam bir laboratuvar görünüşündeydi. Masanın üzerinde bir mikroskop, etrafta kaya ve taş çeşitleri, kavanozların içinde değişik bitki türleri, bir köşede deneyleri ve raflar dolusu kitap... Şöminenin üzerinde kendi elyazısıyla tuttuğu notlar yığılmıştı. Odanın ortasında üzerinde kağıtlar, bitkiler ve mürekkep hokkası bulunan büyük bir masa vardı. Kanepenin yanında köpeğin sepeti yeralmaktaydı. Çalışırken veya sohbet sırasında oturduğu döner koltuğunun bir kolundan diğerine uzattığı tahtayla, işini kolaylaştırmak için bunu bir yazı masası haline getirdi. Odada herşey pratik ve çalışmaya elverişli hale getirilmişti. Okuması gereken kalın kitaplar bile kolaylık sağlamak için parçalanarak fasiküller halinde destelenmişti.
Bu dağınık ve görünüşte düzensiz oda 40 yıldır Darwin'in hayatının bir parçasıydı. Sabahları erken kalkar, 7.45'de oturduğu kahvaltısından önce kısa bir yürüyüş yapardı. En iyi zaman olarak nitelediği 8.00 ve 9.30 arasında çalışır, sonra bir saat kadar oturma odasına geçerek ya mektuplarını okur, yahut da yeniden çalışmaya başlamadan Emma'nın okuduğu romanı dinlerdi. Öğleye doğru tekrar yürüyüşe çıkar, dönüşte öğle yemeğini yer, gazetelerini okur, gerekli mektupları yazar ve yatak odasına çıkarak, Güney Amerika'da goşolardan edindiği alışkanlıkla sigarasını içerdi. Akşamüstü saat 4.00'de tekrar yürüyüşünü yapar, sonra bir saat daha çalışırdı. Akşam yemeğinden önce gene ara vererek sigarasını içer, Emma'yla tavla oynar, okur veya Emma'nın piyanosunu dinleyip saat 22.30'da yatardı. "Sağlığım bakımından bu programa uymam gerekiyor" diye söylendi, seyahatten döndüğünden beri peşini bırakmayan hastalıkları kastederek...
"Oldu bittilerden ve sürprizlerden de hiç hoşlanmam."
Ama bugün öğleden sonraki sürpriz onu mutluluğa boğdu. Yayıncısı en son eserinin büyük bir başarıya ulaşacağını müjdelemişti. "Solucanlar sayesinde Bitkisel Küf adı, kitaba sadece ilgi uyandırmak için konulmamıştı.
Konuşma esnasında ayağa kalktı, odadan çıktı. Sürüklenen terliklerin sesi duyuluyordu. Tıkırtısından bir kavanozun kapağını açtığını anladım, sonra da içindekini kokladı ve burnunu ovuşturarak odaya döndü. "Bırakmak istiyorum ama enfiye çalışma saatlerime renk katıyor. Küçükken çocuklar bu yüzden beni alaya alırlardı" dedi.
Çocuklarını hatırlamanın onda karmaşık duygular yarattığı belli oluyordu. "Onlar benim için hem çok büyük mutluluk hem de acı kaynağı oldular" derken yüzünde derin bir hüznün ifadesi vardı. Yedi tanesi hayatta olmasına rağmen, kaybettiği üç çocuğunu hatırlıyor olmalıydı. Mary'i bebekken, Charles'i iki yaşında, çok sevdiği Annie'yi ise on yaşında yitirmişti. Özellikle Annie'nin ölümü onun için bir yıkımdı. Yakın dostlarına göre Darwin'in inançlarını bu olay yoketmişti. "Bir bilim adamının çocuğu olmamalıdır. Hattâ evlenmemelidir bile..."dedi. "O zaman düşünecek kimsesi olmayacağı için kendisini rahatça işine vererek mücadele edebilir." Beagle'la çıktığı seyahatten itibaren 20 yıl boyunca, Darwin teorisi evrim üzerinde çalıştı, ingiltere'ye döndükten altı sene sonra konu hakkındaki 35 sayfalık ilk taslağını hazırladı ama basılmaya yeterli görmedi, iki yıl sonra kapsamı 230 sayfaya çıkardığı halde, yeni verilere ihtiyacı olduğunu söyleyerek yayınlanmasını engelledi. 1856'da yakın dostu jeolog Charles Lyell, Alfred Russel Wallace adlı genç bir doğa bilimcisi tarafından yazılan bir tezle karşılaştı. Görüşleri Darwin'in kileri andırmaktaydı. Lyell Darwin'i derhal durumdan haberdar etti ve eserini hemen bastırmazsa, Wallace'ın konuya sahip çıkabileceğini bildirdi. Darwin uyarıyı göz önüne aldığı halde gene de yayın konusunda pek istifini bozmadı.Ancak 1858 yılı Haziran ayında bir sabah beklenmedik bir mektup aldı. Yeni Gine ve Borneo arasındaki adalardan birinden postaya verilmişti. Down'lular Dünya'nın dörtbir yanından Darwin'e gelen mektuplara alışıktılar. Ama bu seferki başkaydı...
Kararlı bir ifadeyle yazılmış 4000 kelimelik makalenin başlığı "Türlerin bir tek orijinal tipten oluştuğu hakkın da”ydı, yazarı ise Wallace'dı. İçeriğinden cümle yapısına kadar Darwin'in 16 yıl önce yazdığı fakat bastırmadığı araştırmasının bir özetiydi.

Wallace'a göre, "Vahşi hayvanların yaşamları var olma mücadelesiydi. Düzenli olarak yiyeceğini bulabilen, kendisini düşmanına karşı savunabilen, iklim şartlarına uygun olan bu alemdeki yerini koruyordu. Kısaca Wallace, insanlar için geçerli olanı, hayvanlar için de geçerli saymıştı: "Böylece üstün olan tür yaşamını sürdürecek ve zaman içinde yeni türlerin oluşmasını sağlayacaktı.. Gelişim ve farklılaşma bu şekilde meydana gelecekti."
Wallace konu hakkında Darwin'in düşüncesini soruyor ve mektubun Lyell'a iletilmesini istiyordu.
Şimdi, olaydan 20 yıl sonra, Darwin hala o haziran sabahının huzursuzluğunu hissetmekteydi. "Lyell'a eğer Wallace benim 1842'de yazdığım taslağı okusaydı ancak bu kadar başarılı bir özet yapabilirdi' dedim. 20 yıllık çalışmalarım ve topladığım kanıtlar bir anda değerini kaybetti..." Bir başkası, yahut daha az dürüst birisi Wallace'ın makalesini yokeder, kendisininkini çabucak baskıya verirdi. Oysa Darwin meseleyi Lyell'a ve Joseph Hooker adındaki botanikçi arkadaşına teslim etti.
Darwin'in deyimiyle "bu hassas ortam" her iki bilim adamının yazdıklarının tartışıldığı bir toplantıyla bir ay sonra tatlıya bağlandı. O gün bu gündür ve Darwin'in adı, önde olmak kaydıyla, Wallace' la birlikte anılır.
Böylece harekete geçerek, Darwin büyük eserini tekrar gözden geçirdi ve 490 sayfalık yeni bir özet yaparak, "Doğal Ayaklanma veya Üstün Irkların Korunması ve Yaşam Savaşında Uygun Olanın Varolmasını Öngören Türlerin Kökeni"ne ait teorisini açıkladı. 16 ay sonra, 24 Kasım 1859 da kitap 1250 tane basıldı hepsi bir günde satıldı.


Eserin yankıları büyük oldu. Yakın dostu T.H. Huxley, yanlış yorumlara ve saldırılara karşı pençelerini bilemiş, hazır beklemekteydi. Herhangi bir şekilde suçlanmayı önlemek için Darwin insanı kitabının kapsamına almamış, "daha ileri bir tarihte insanın kökeni ve hikayesi üzerinde durulacaktır" diyerek konuyu bir kenara bırakmıştı. Bugün ise, başlangıçtaki çekingenliğini şöyle açıklıyordu:
"İnsanın da aynı kuramın kapsamında olması kaçınılmazdı. Ama ben bu tartışmayı başlatmak için yeterince hazırlıklı değildim. Meseleyi bu denli ihmal etmem pek dürüst bir davranış değildi ama söylentiler ve saldırılar eserin diğer kısımlarına da gölge düşürecekti."
Ancak, herşeye rağmen olumsuz çok şey söylendi. Huxley ve Oxford'lu rahip Samuel Wilberforce arasındaki ünlü tartışma da ertesi yıl bir toplantıda sahnelendi. Her zamanki gibi Darwin gene sağlığı nedeniyle bunlardan uzak durdu. Ama bugün olayı hatırladığında gevrek gevrek gülüyor ve "Huxley rahibe nasıl da saldırdı... Tanrım, onun yerinde ben olsam cevap vermek yerine ölümü tercih ederdim" diyordu.
Son yıllarda tartışmalar durulmuştu. Hemen hemen bütün bilim adamları evrimi kabul ediyorlardı. Darwin "İnsanın Geçmişi" adlı kitabında insanın evrimini anlattığı halde, kilise bir kimsenin hem iyi bir Hıristiyan, hem de Darwinist olabileceği görüşündeydi. Darwin ise, "İnsan ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi" adlı bir kitap daha yazdı. İnsan zihninin de, beden gibi evrimsel güçlerin etkisine açık olduğunu anlattı. Bu noktada Wallace ona katılmamakta, zekânın Tanrının insanlara bahşettiği bir nimet olduğu inanandaydı. Darwin, Wallace'ın davranışıyla hayal sükûtuna uğradığını gizlemeyerek, "Çok yazık... Çocuğumuzu Öldürdü" diyordu.
Ancak bu oldukça abartmalı ve fazla özellik taşımayan bir düşünceydi. Darwin'in çocuğu uzun bir gebelik döneminden sonra zorlu bir doğumla dünyaya gelmişti. Baba da, Türlerin Kökeni'nin son bölümünde büyük bir belâgatle kaleme alınan paragrafla tüm dünyanın fikir birliği içinde olduğunu görmüştü:
"Bu gezegen sabit bir yer çekimine bağlı olarak hareket ettiği sürece, Yaratıcı'nın ilk nefesi ihsan ettiği bir veya birkaç ilkel biçimle başlayan yaşam, sonsuza dek en güzele ve en üstüne doğru evrinecektir."

Jeoçeşitlilik Nedir?

Jeoçeşitlilik, biyoçeşitliliğin temelini oluşturuyor. Örneğin bir bitki topraksız yaşayamaz. Toprak ise kayaç parçalarının ayrışması ve aşın...