12 Kasım 2010 Cuma

Etimizi pişirirken insan olduk, dâhi olduk, sanatçı olduk, filozof olduk

Mutfakta biri var!

Kaşığına güvenen her hamarat ruhu okşayacak teoriye göre, etimizi pişirirken insan olduk, dâhi olduk, sanatçı olduk, filozof olduk ve hatta çifte kumrular olduk.




Evrim sürecine dair bulgular, şaşırtıcı bir yöne işaret ediyor: mutfak. Harvard Üniversitesi’nde biyolojik antropoloji alanında çalışan Dr. Richard Wrangham ve aynı görüşü paylaşan birçok biliminsanı, yemek pişirme kültürünün gelişmesiyle insan zekâsında büyük bir sıçrama olduğunu savunuyor. Kaşığına güvenen her hamarat ruhu okşayacak bu teoriye göre, etimizi pişirirken insan olduk, dâhi olduk, sanatçı olduk, filozof olduk ve hatta çifte kumrular olduk.

Modern insan beyni, diğer primatlarla Karşılaştırıldığında oldukça farklı. Algı ve bilinç bir yana, insanlarda beyin kütlesinin vücut ağırlığına oranı, şempanze, goril ve diğer maymun türlerine kıyasla çok yüksek. Diğer memeli türleri, günlük enerjilerinin yüzde 3’ünü beyin fonksiyonlarına ayırırken, bu oran maymun türlerinde yüzde 8-10 ve insanlarda yüzde 25!
Evet, metabolik enerji bütçemizin dörtte birini beynimize ayırıyoruz. Bu şaşırtıcı değil, çünkü her 1 gram beyin dokusunda, her 1 gram kas dokusundan bile tam 16 kat fazla enerji yakıyoruz. Kısacası, beyin çok pahalı bir organ! Bizi insan yapan her şey-alet kullanabilmemiz, problem çözme yeteneğimiz, hatta sosyal iliskilerimiz-beyin tarafından yönetiliyor.


Yaklaşık 2 milyon yıl önce, Afrika’nın savanlarında avlanan ilk insanlar, arkeolojik bulgulardan anlaşıldığı üzere ne büyük bir beyne, ne de soyut düşünce yeteneğine sahiplerdi. Daha sonra, iki büyük sıçrama oldu. Birincisi, yaklaşık 1,5 milyon yıl önce, beyin kütlesinin iki kata yakın artması.Bilim dünyası, bu ilk sıçramanın insanların et yemeye başlaması ve besin kalitesinin artışı nedeniyle olduğu konusunda hemfikir. Büyüyen beynimize rağmen, yüz binlerce yıl aynı taş aletleri yapmaya devam ettik. İşte bu yüzden, arkeolojik olarak sıkıcı geçen 1 milyon yıldan sonra, yani günümüzden 400.000 – 200.000 yıl önce, insan beyni evriminin ikinci büyük sıçraması gerçekleşti. Bu, beynimizin ağırlığından ziyade, işlem gücünde bir artıştı; daha çok beyin kıvrımı, daha çok soyut düşünce, daha derin bir algı, sosyal bağların kuvvetlenmesi, yeni alet tasarımları ve bu yıllara ait kazılarda bulunan boncuklar, iğneler ve sanatın doğuşu… Aynı kazılarda bulunan ocak kalıntıları tesadüf değil. Bugün çoğu biliminsanı, beyin evrimindeki ikinci büyük sıçrayışı, yemek pişirme kültürünün günlük diyetimize getirdiği kaliteye bağlıyor.

YÜKSEK ATEŞTE 400 BİN YIL
İlk ocak kalıntıları, elimizdeki ilk modern insan fosilinden 400.000 yıl öncesine dayanıyor. İlkel ‘ocak’lar, etrafı taşlarla örülü ve ortasında ateş yakılan çukurlardan ibaret. Yerleşik mutfaklar ortaya çıkmadan, yani ilk insanlar daha gezgin bir hayat tarzına sahipken de, yemeklerini pişirdikleri düşünülüyor. Sözünü ettiğimiz ‘mangalcı’ yaşam tarzı, arkasında arkeolojik izler bırakmayacağı için, ancak diş ve çene yapısında meydana gelen anatomik değişikliklerden okunabiliyor. Evrim uzun bir süreç; insanlığın geçirdiği değişim, çarpıcı olduğu kadar ağır ve kademeli de...
İlk insanların yemeklerini pişirmeye başlaması, günlük diyetlerinde iki temel değişime neden oldu. Birincisi, yediklerinden aldıkları enerji ve besini çok daha etkili kullanabilmeleri. Daha önce sindirilemeyen kompleks karbonhidratlarda, liflerde ve yumru köklerde açığa çıkmayan enerji ve besin, insan metabolizması tarafından kullanılabilir hale geldi. İkincisi, bu yeni sindirim açılımıyla yiyecek yelpazesinin genişlemesi, daha fazla çeşit bitki ve hayvanın enerji kaynağı olarak kullanılabilmesi. Bir canlının hayatta kalması için ekosistemindeki en önemli unsur olan yemek, pişirme işlemiyle insanlığın kontrolüne geçti.
Kısacası doğada erişebildiğimiz kalori ve besin miktarı arttığı gibi, sindirim de ağızda değil ateşin üzerinde başlar oldu. Bu, diğer primatların aksine daha ufak bir sindirim sistemi ve daha büyük bir beyni taşıyabilecek bir metabolizma anlamına da geliyordu. Bugün bir şempanzenin,
metabolizmasının yüzde 25’ini beyin fonksiyonlarına ayırması imkânsızdır. Fakat insan, etkili enerji alımı ve sindirimden sağladığı enerji tasarrufu sayesinde, bunu yapabilecek şekilde evrilmiştir. 2005’te Alman biliminsanları tarafından yapılan Giessen çiğ yemek deneyinde, yiyeceklerini pişirmeden beslenen 500 denek uzun süre izlendi. Araştırmanın sonunda, sadece çiğ bir diyetle beslenen insanların sağlıklı bir yaşam tarzı sürdüremediği görüldü. Kadın deneklerin yüzde 50’si, kısa süreliğine doğurganlık problemleri yaşadılar.
ATEŞ BACAYI SARIYOR
Günümüzde, pişen yemek her zaman sosyalleştirir. Mangalcılar bir yandan et çevirir, bir yandan laflar. Komşuda pişer, bize de düşer. En önemlisi, erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer. Bu sosyal kodların, aslında çok eskilere, evrim tarihimizin tozlu sayfalarına dayandığını söylemek çok da yanlış olmaz. İnsanlar yemeklerini pişirmeye başladıklarında, çok önemli sosyal değişimler yaşadıkları düşünülüyor.
Artık, yolda bulduğunu yiyen, avının etrafına üşüşerek bir anda yiyip bitiren bir gruptan değil, yemeğini belirli bir toplama noktasında biriktirip, pişmesini bekleyen insanlardan bahsediyoruz. Bu bekleme, 20 dakika da olabilir, 2 saat de, yarım gün de… Bu, insan davranışı ve hayat tarzı açısından kritik bir değişim. Artık yemek, çalınmaya müsait, fırsatçıların akınına uğrayabilecek, sadece diğer insanlardan değil, hayvanlardan da korunması gereken bir hazine. İnsanların, hem dostlarıyla hem de düşmanlarıyla daha karmaşık, daha sadık, daha kurnaz ve daha derin bağlar kurmaları gerekiyor.
Sosyal zekâ işte burada devreye giriyor. Yakın geçmişe ait arkeolojik bulgular, çoğu medeniyette ve avcıtoplayıcı insan gruplarında kadının yemeği pişiren taraf olduğunu gösteriyor. Daha uzak geçmişimize, yani ateşin insan kontrolüne geçtiği ilk yıllara bakarsak, bu tarihlerde erkeklerin boyut olarak kadınlardan yaklaşık iki kat daha iri olduğunu ve sosyal rol dağılımının bu şekilde açıklanabileceğini görüyoruz. Yemeğinizi topladığınız noktada, o yemeği pişirecek birini bırakıyor ve tekrar ava çıkıyorsanız, aynı zamanda arkanızda bıraktığınız ‘eşinizi’, etraftaki yağmacılardan korumak ve hem kendinizi hem eşinizi hem de yemeğinizi koruma altına almak zorundasınız. Dr. Richard Wrangham bu durumu şöyle açıklıyor:
“Hem erkekler hem kadınlar, artık koruma ve beslenmeye dayalı kalıcı bağlar geliştirmek zorundaydılar, çünkü hayatta kalmanın en etkili yolu buydu. Beslenme evriminin göz ardı edilemeyecek derecede önemli bir soru ve kadın-erkek arasındaki kalıcı bağların da kaynağı olduğuna inanıyoruz.”
ATEŞ SENİ ÇAĞIRIYOR
Daha büyük ve daha aktif bir beynin evrilmesine imkân sağlaması, sosyal ilişkileri derinleştirmesi, hayatımıza kattığı entrika, sadakat ve aşk… Hepsinin kaynağının ateş olabileceğini düşünmek gerçekten ilginç. Prometheus’un insanlığa hediyesinin evrim eksenimizde yarattığı etki tartışılmaz derecede büyük. Elbette insan zekâsının sadece pişen yemekle geliştiğini söylemek doğru olmaz, ama enerji bütçemizde yarattığı değişiklik ve beraberinde getirdiği sosyal bağlar zinciriyle, zekâ evrimimize katkıda bulunan en önemli faktörlerden biri, yemek pişirme kültürümüz.
Kaynaklar
Leonard ve ark., “Effects of Brain Evolution on Human Nutrition and Metabolism”, Annu. Rev. Nutr. 2007. 27:311–27.
Carmody ve ark., “Energetic Significance of Cooking”, Journal of Human Evolution 57 (2009) 379–391.
R. Wrangham, Catching Fire: How Cooking Made Us Human. Basic Books, New York 2009.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Jeoçeşitlilik Nedir?

Jeoçeşitlilik, biyoçeşitliliğin temelini oluşturuyor. Örneğin bir bitki topraksız yaşayamaz. Toprak ise kayaç parçalarının ayrışması ve aşın...